Cumali Kalıp sevenlerin buluşma noktası...
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Cumali Kalıp sevenlerin buluşma noktası...

Cumali hocayı tanımak ayrıcalıktır
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Mustafa Armağan'dan Yeni Bir Kitap

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
sevgi__
Modaratör
Modaratör
sevgi__


Mesaj Sayısı : 100
Kayıt tarihi : 28/12/07
Yaş : 31

Mustafa Armağan'dan Yeni Bir Kitap Empty
MesajKonu: Mustafa Armağan'dan Yeni Bir Kitap   Mustafa Armağan'dan Yeni Bir Kitap Icon_minitimeC.tesi Ara. 29, 2007 6:35 pm

Mustafa Armağan, yeni kitabı "Geri Gel Ey Osmanlı"da iddialı görüşler ortaya koyuyor. Armağan, Osmanlı'nın büyüklüğüne ******'ü delil gösterdi.

Mustafa Armağan ile son kitabı Geri Gel Ey Osmanlı’yı konuştuk. Yeni bir Misak-ı Millî’nin gerekliliğinden Osmanlı’nın işgalci olup olmadığına kadar bir çok konu gündeme geldi. En ömlisi de Armağan’ın, yıllardır baskı altında tuttuğumuz ortak bilinçaltımızın frenlerinin artık boşalmakta olduğuna dair tespiti.

- Geri Gel Ey Osmanlı kitabını, Osmanlı’ya yeniden dönüşü arzulamanın kitabı olarak niteleyebilir miyiz?

- Geçenlerde Bugün gazetesinde yayınlanan söyleşinde üstad Sezai Karakoç’un da dile getirdiği gibi, bugün yaşadıklarımız, Osmanlı’nın kanlı tasfiyesidir. Irak’ta, Bosna’da, Kıbrıs’ta, Lübnan’da, Filistin’de yaşanan acılar hep o ‘devlet zamanı’nı hatırlatmakta bilinçaltımıza (bilirsiniz Boşnaklar hala Osmanlı dönemini ‘devlet zamanı’ diye anarlar). Böyle durumlarda ‘Osmanlı olsaydı böyle olmazdı’, diye içinden geçirmeyen var mıdır? İşin garibi, buna ****** ve Kemalistler de dahildir. Baksanıza, ****** zamanında yazılan tarih kitaplarında bile, Kanuni zamanına kadar her şey iyiydi, hoştu, ondan sonra bozulma başladı deniliyor. Yani, bozulma olmasaydı, Osmanlı devam etseydi ne iyi olurdu!

OSMANLI'YA YARAŞIR BİR CENAZE YAPAMADIK

- Bu, yüzleşmekten korksak da, biziz, yani Osmanlı!

- Hafızamızın derinlerine gömdüğümüz Osmanlı’ya uygun bir cenaze töreni düzenleyemedik maalesef. Dualarla uğurlayamadık onu. Bu yüzden hayaleti her adım başında karşımızda. Yalnız Türkiye’nin değil, dünyanın da karşısına çıkıyor.

Baksanıza, İngiliz tarihçisi Jerry Brotton, 2 yıl önce The Guardian’a yansıyan beyanatında, İngiltere’nin, 1588 yılında İspanya’nın Yenilmez Armadası karşısındaki zaferini düpedüz Osmanlı denizcilerine borçlu olduğunu belgeleriyle yazdığında Britanya’daki Türk varlığına açılmıştı gözler. Hatırlayın, son Osmanlı Dahiliye Vekili Ali Kemal’in torunu Boris Johnson’ın İngiliz parlamentosunda görev yaptığını da bu vesileyle öğrenmiştik (kendisi şimdilerde Londra Belediye Başkanlığı için yarışmakla meşgul).

OSMANLI GERİ DÖNÜYOR

Osmanlı’ya düz anlamda bir geri dönüş mümkün değil tabii ki. Ancak ben burada ‘Osmanlı’nın geri dönüşü’nden bahsediyorum, bizim ona dönüşümüzden değil. Faulkner’ın kehaneti çıkıyor galiba: Geçmiş dalga dalga bizim üzerimize geliyor. Osmanlı ruhunun, vizyonunun, emperyalizme karşı şanlı direniş macerasının, Cebelitarık’tan Hind yarı kıtasına, Ukrayna içlerinden Ümit Burnu’na, İzlanda’dan Hazar Denizi kıyılarına kadar uzanan 30 tane Türkiye çapındaki şaşılası büyüklükteki bir coğrafyada birbirinden zorlu 6 yüzyıl boyunca gerçekleştirilen o muhteşem organizasyon ve medeniyet birikiminin bizi yeniden kucaklamasından söz ediyorum.

“Geri gel ey Osmanlı”, zaten gelmekte olan bir dalgayı haber veriyor sadece. Bu benim kişisel çığlığım değil, belki utana sıkıla hepimizin içimizden geçirdiğimiz fakat nedense dile getiremediğimiz bir hayatta kalma çığlığı. Ortak bilinçaltımızın freninin boşalması, bir bakıma. Bir başka deyişle Osmanlı’nın tasfiyesi, Osmanlı’nın yüzüne sımsıkı kapattığımız kapıları zorluyor. Yeni bir Misâk-ı Millî kavramı yolda, Kitabım, bu yeni Misak-ı Millî’ye bir davet olarak okunmalı.

ATATÜRK NASIL 3 KITADA GÖREV YAPTI SANIRSINIZ?

- Osmanlı’nın bıraktığı mirasın yeterince anlaşılmadığını mı düşünüyorsunuz?

- Kesinlikle. Sadece mirasın değil, aslında ‘Osmanlı’ derken nasıl bir dünyadan bahsettiğimizi bile bilmediğimiz kanaatindeyim. Söğüt’te kurulmuş, İstanbul’u almış, Viyana’ya gidip gelmiş ve Karlofça ve Sevr’le idam fermanı imzalanmış bir devlet karikatürü var karşımızda. Kimse kusura bakmasın, bu zevksiz karikatür bize ******’ün nasıl olup da o bozulmuş devletin içinden çıkabildiğini dahi açıklamaktan acizdir.

Bir bakıyorsunuz Sofya’da, bir bakıyorsunuz Libya’da, Kahire’de, Filistin’de, Manastır’da, Çanakkale’de… Ne kadar eleştirirsek eleştirelim, Osmanlı’nın organizasyon kudretinin, kapladığı milyonlarca kilometrekare üzerine nasıl bir saat gibi düzenli çalıştığını sadece Mustafa Kemal Paşa’nın üç kıtaya yayılan renkli hayat hikâyesinden bile çıkartabilirsiniz aslında.

Beğenmediğimiz ve boynuna “Deli” yaftasını astığımız Sultan İbrahim’in yaklaşık 30 tane Türkiye’yi yönetmiş olduğunu söylemem sanırım yeterli olacaktır Osmanlı’nın büyüklüğünü anlatmaya.

Şimdi 780 bin kilometrekare içine sıkışmış bir kafanın bu denli karmaşık ve mücessem bir yapının mirasını anlamasını ve devralmasını beklemek biraz safdillik olurdu. ******’ün Nutuk’unun dilini bile anlamayan insanlar geçmişe nasıl hakim olacaklar da onu eleştirecekler ki?

HEM MUHTEŞEM HEM HAİN

Eleştirmek için bile eleştirdiğin nesneyi avucunun içi gibi tanıyabilmen lazım. Bugün Yemen ve Yunanistan demek, biri popüler bir türkünün adını, öbürü Panatiakos takımını hatırlatıyorsa sadece, mirasın m’sinden söz edemeyiz demektir. Oysa Yemen’e kahveyi Habeşistan’dan götürenler de bizdik, Yunanlılara kahve kültürünü aşılayanlar da…

Eğer Osmanlı katalizörünü aradan çıkartırsanız Yemen de, Yunanistan da kahvenin nasıl olup da kendi topraklarına veya sofralarına konuk olduğunu, dolayısıyla bugünkü ihraç metalarını izah edemez duruma düşer.
- Bugünün yaşanan siyasal atmosferi içinde Osmanlı’yı nasıl tarif ediyorsunuz?

- Hem muhteşem, hem hain…

- Osmanlı’nın son döneminin yeterince doğru anlatılmadığını söyleyebilir miyiz?

- Kafalarımızda iki Osmanlı resmi var aslında. Birisi Kanuni’ye kadarki görkemli dönem, öbürü gerileme ve çöküş dönemi. Biz de, Osmanlı tarihçileri gibi kuruluş ve yükseliş dönemlerini beğenerek okuyup inceliyor, sonraki 350 yılı giderek artan bir karanlık gibi resmediyoruz. Cumhuriyet kurulup da ışığını üzerimize salana kadar süren bir karanlık…

Ancak şöyle de düşünmek gerekmez mi: Osmanlı’nın son asrında, 1825-1922 yıllarında ne gibi değişiklikler oldu da Cumhuriyet’e eklemlenebildik? Tanzimat ve Meşrutiyet devrimleri olmasaydı, II. Abdülhamid’in altyapı projeleri ve açtığı binlerce eğitim kurumu olmasaydı, Yeniçerilik kaldırılmasaydı, Avrupa ile tanışıklıklar ve mesela Abdülaziz’in Londra’da kendi bestelediği marşla karşılanması gibi sıcak etkileşimler yaşanmasaydı, Cumhuriyet nasıl olacaktı da, batılılaşma yolunda bu kadar cesur adımlar atabilecekti? İddia ediyorum, batılılaşma söylemi dahi anlaşılamazdı.

ÇÖKÜŞ DÖNEMİNDE ATILAN İLERLEME TOHUMLARI

Dolayısıyla Jorga’dan öğrendiğimiz kadarıyla 1680 yılında Fransız Sefaretinde bir kadın kuaförü bulunduğunu ve bu kuaförün gedikli müşterilerinin saray ve konakların harem dairelerinde yaşayan kadınlar olduğunu bilmiyorsanız ilk kuaförün 1920’lerde Ankara’da zuhur ettiğini zannedersiniz. Bunu bilmezseniz Osmanlı gerilemesi denilen hadiseyi de kavrayamazsınız elbette. Gördüğünüz gibi bu ‘sözde gerileme’, aslında 1925’lerin ölçütleriyle basbayağı bir ilerleme sayılmalıdır! Neden mi? Osmanlı, çöküş döneminde bugün ilerleme olarak göreceğimiz pek çok sürecin tohumlarını atmıştır da ondan…

Osmanlı’nın son yüzyıllarını işte bu nedenle ciddiye almamız gerekiyor. Bunlar, tarih kitapları ne yazarsa yazsın ‘büyük yüzyıllar’dır.

ALDIĞINDAN FAZLASINI VEREN ANLAYIŞ

- Kitapta da bir bölüm başlığı altında Osmanlı’nın işgalci olup olmadığını tartışıyorsunuz. Kısaca bu yaklaşımınızın nedenlerini öğrenebilir miyiz?

- Okul kitaplarımızdan beri tekrarlanan bir yalan: Osmanlı işgalciymiş. Osmanlı’nın fethettiği yerlerde hem aldığını, hem verdiğini biz değil, başta Macar tarihçileri söylüyor: Osmanlı Macaristan’a aldığından fazlasını vermiştir. Peki o zaman sormak lazım: bu nasıl bir sömürgecilik, bu nasıl bir işgalcilik? Belki Osmanlı Devleti’nden ayrılmanın coşkusu içinde bir dönem Osmanlı kötülendi ama gerçek işgalcilerle karşılaşıp da sömürünün ne olduğunu gören ülkelerin insanları artık Osmanlı’nın işgalci değil, bir tür korumacı güç olduğu gerçeğini itiraf ediyorlar.

Mesela Dimitri Kitsikis Yunanistan’daki 400 yıllık Osmanlı yönetimi olmasaydı Yunanlıların dil ve dinlerine varıncaya kadar pek çok özelliklerini yitirecekleri gerçeğine gözlerimizi açtı. Öte yandan Fehmi Şinnavi, bir Arap olarak Osmanlı’nın kendilerine yaptığı hizmetleri anlattıktan sonra şöyle demişti:

“Şimdi Arap zirveleri ardı ardına toplanıyor; temel mesele ise İsrail’e ne kadar boyun eğileceği... Bu vazgeçiş ve boyun eğişin binde birini Osmanlıya yapsaydık şimdiye kadar elimize geçenlerin milyon katını kazanırdık.”
Sanırım söylenecek fazla bir şey yok bunun üzerine.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://cumalikalipfan.yetkin-forum.com
 
Mustafa Armağan'dan Yeni Bir Kitap
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Cumali Kalıp sevenlerin buluşma noktası... :: Kültür&Sanat&Edebiyat :: Kitap&Dergi&Şiir-
Buraya geçin: