Cumali Kalıp sevenlerin buluşma noktası...
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Cumali Kalıp sevenlerin buluşma noktası...

Cumali hocayı tanımak ayrıcalıktır
 
AnasayfaAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 MAZLUMUN FERYADI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
crowone




Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 06/03/09

MAZLUMUN FERYADI Empty
MesajKonu: MAZLUMUN FERYADI   MAZLUMUN FERYADI Icon_minitimeCuma Mart 06, 2009 9:37 pm

MAZLUMUN FERYADI
Yaz mevsiminin son kırıntılarıyla avunmaya çalıştığımız günler arifesindeyiz.
Gökyüzü, son bir gayretle maviliklerini korumaya çalışıyor ama nafile… Gri benekler, nokta nokta engin boşluğa yayılıyor, arsız arsız yerleşiyor. Kanat çırpan siyah lekeler, uzak diyarlara bir an önce varabilmenin telaşı içinde. Her kanat vuruşu bizlerden bir parça ümidi alıp ötelere götürüyor. Bu sevimli canlıların gelişleri ümit kaynağı, gidişleri hüzün vesilesi…
Hazan mevsimi… Bu isim içinde bulunduğumuz zaman dilimleri ne de ne de güzel yakışıyor. Usta bir terzinin elinden çıkan kumaş gibi üstüne tıpatıp uymuş. Hüzünlerin depreştiği mevsim… Sonsuz olduklarını zanneden ve dünya hırsını gemleyemeyenlerin dudaklarını uçuklatan gerçekler abidesi sonbahar… Bitiş sembolü… Fani olduğumuzu haykıran uyarıcı… Gaflet deryasında yüzenlerin nefes nefese kaldıkları günler manzumesi…
Güç ve kuvvet sembolü yaz aylarının gerçeğe teslim oldukları, onlara güçlerinin gerçekte ne kadar zayıf olduğunu haykıran bu günleri çok seviyorum. Yeşilin sarıya kat ettiği kısa yolculuk, serin havadan sıcak iklime kanat çırpan kuşların seyahati, yokluk günlerinin endişesiyle hazırlığa başlayanların telaşı beni, daldığım dünya uykusundan uyandırıyor, bana beka aleminin yolculuğunu hatırlatıyor.
‘’Hazırlıklarını gözden geçir. ‘’ der gibi… Ölümün, bir gün bütün varlıklar tarafından tadılacağını, bütün nefislerin ölüm gerçeği ile karşılaşacağını haykırır gibi…
Zaman sessiz bir testere sanki… Her gün bir parçamızı alıp götürüyor ama bizler bunun farkında değiliz.
Güz güllerime kavuşmanın heyecanı içerisindeyim. Biraz sonra, kaçıncı kez yine yeni simalarla tanışacak, rengarenk çiçek bahçesinin bahçıvanı olma lezzetini tadacağım. Okula doğru yürüyorum. Etrafımda tatlı bir koşuşturmaca… Uzun bir ayrılığın ardından bir başka yuvasına kavuşmanın heyecanını yaşayan yüzlerce öğrenci… Tatlı bir telaş… Gülen, kahkaha atan, mutluluk saçan kır çiçeklerim…
Birkaç dakika geçmemişti ki bu sevincim hüzne dönüşüverdi. Yetiştirme yurdu önünden geçiyordum. Çaresiz yavrucakların mekanından… kimi kimsesi olmayan zavallı evlatların yuvası önünden… gözlerim birden doluverdi. Yanaklarımdan yere birkaç damla yaş dökülmüş, kulaklarımı sağır edecek kadar korkunç bir gürültü çıkaran gözyaşının toprağa çarpıp çıkardığı ses daldığım tatlı hülyadan uyandırıp beni yıllar öncesine götürmüştü…
Öğretmenliğimin ilk yılına…
1982 yılının nisanı… Tabiat yeşilliklerle baştan sona donatılmış. İnsanın içini okşayan ılık bir hava… okula, yeni atandığım Mevlana Ortaokuluna doğru yürüyorum.
Dudaklarımdan gönlüme, gönlümden dudaklarıma yol alan dua… Çocuklarıma, canlarıma bir şeyler verebilmenin, onlara bir şeyler öğretebilmenin duası…
Evliyalar şehri Konya… Konya’m, canım memleketim… İlk tayin yerim… İlk göz ağrım… Başımı döndüren sevdalım kucağını açmış. Beni sımsıkı kucaklayan beldem… Her karış toprağı Mevlana’nın, Şems-i Tebrizi’nin manevi iklimiyle bezenmiş. Gönüller sultanı aziz şehir…
Çocuk yuvasının önünden geçmekteyim. Konyalıların gözü gibi baktığı yuvanın önünden… Buraya gelişimin ikinci ayındayım. Buradan her geçişimde içim cız ediyor. Yüzlerce kimsesize, anası olmayana, babasını kaybedene sığınma yeri oluyor. Gündüz yağmur olup akan, gece sele dönüşen gözyaşlarının hiç dinmediği mekan burası. Hıçkırıkların ayyuka çıktığı, anasızlığın ıstırabının yaşandığı, babasızlığın ve kimsesiz olmanın katmer katmer acılaştığı son sığınak… Çaresizliğin zirveleştiği yer… Hicran ve hüznün sarmaş dolaş olduğu ülke, buzlar ülkesi…
Hele bayramlarda, hele toplumun neşeye boğulduğu o günlerde, evlerdeki neşeler caddelere, sokaklara taşarken buradakilerin gözyaşları yürekleri alev alev yapmakta…
Yeni alınmış elbiselerle, gıcır gıcır ayakkabılarla yüzlerinden gülücükler akan çocukları gören bu yetim ve öksüzler neler hissediyorlar? Ya da neleri hissedemiyorlar? Ağlamadan, hıçkırıklara boğulmadan, gözyaşlarını sel gibi akıtmadan, bayramları zehir olmadan gülüp eğlenebiliyorlar mı? Bayram, onlara da bayram oluyor mu? Bayramı bayram yapabiliyorlar mı?
Bu duygu karmaşıklığı içinde, ezilmiş, yıpranmış, gücü tükenmiş ruh hali ile okula gelmiştim. Sabahçı öğrencilerin çıkmasına daha vardı. Okul bahçesindeki kanepelerden birine oturdum. Etrafı seyre dalmışım. Yanıma gelen öğrencilerimi fart edememişim.
‘’Hocam sizden izin istiyoruz.’’
Bunlar birinci sınıf öğrencileriydi. Fidan, Gülsüm, Mustafa…
Başımı kaldırdım, yüzlerine baktım:
‘’Ne izni?’’
‘’Piyes çalışmamız var, Türkçe dersinden izin istiyoruz.’’
Dilimin döndüğü kadar, izin yetkisinin bende olmadığını, izni okul idaresinden almaları gerektiğini anlatmaya çalıştım. Gülsüm ile Fidan okul idaresinden izin almaya giderken, Mustafa yanımda kalmıştı. Belli ki sohbet etmek, dertleşmek istiyordu. Mustafa’ya yer işaret ederek:
‘’Oturmaz mısın? Biraz sohbet edelim, dertleşelim.’’dedim.
O gün Mustafa bana trajik hayat hikayesini anlatmıştı. Henüz on iki, on üç yaşındaki çocuk neler yaşamamıştı ki…
‘’Babam polis memuruydu. Mutlu çok mutlu bir ailem vardı.’’ Yutkunmuş, samimiyetimden emin olmak için gözlerime bakmıştı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Başını yere eğdi. Birkaç saniye sustu. Yeniden anlatmaya devam etti:
‘’Bir gün uzun ve yorucu bir görevden gelmiş babam. Annem de gezmeye gitmiş, gecikmiş biraz. Evde yemek yok yiyecek… Tartışmaya başlamışlar. Annem susmamış, babam da… Sonra…’’
Mustafa birden sustu. Vücudu titremeye başlamıştı. Siyah gözlerini çevreleyen alnından terler akıyordu. Kumral saçları diken diken olmuştu. Geçmişte yaşadığı o günü, şu an saniye saniye yeniden yaşıyor gibiydi.
‘’Evet, sonra Mustafa? Ne oldu sonra?’’
Mustafa daha fazla dayanamamış, ağlamıştı. Başını omuzlarıma yaslamış, hüngür hüngür ağlıyordu. Ağlamasının bitmesini beklerken, onu sakinleştirmeye çalışıyordum.
Napolyon:’’Mutlu olduğum zaman insanları anlıyor sanmıştım. Ancak onları felaket içinde tanımam mukaddermiş’’ der. Mustafa’nın yaşadığı felaketi yaşıyor gibiyim. Kötü, çok kötü şeylerin olduğunu hissetmiştim.
‘’Evet Mustafa, seni dinliyorum, anlat ki açılasın.
Mustafa, gözyaşlarını o kuru, kupkuru elleriyle sildi:
‘’Babam eline silahı aldı, son kurşuna kadar annemin üstüne boşalttı. Annem oracıkta can verdi. Babamı hapse attılar. Beni, ve ağabeyimi yetiştirme yurduna verdiler.’’
Gözlerim dolu dolu olmuştu. Ağlasam, Mustafa üzülecek; ağlamasam, bedenim duygusuzluğa isyan edecekti. Gözyaşları emre itaat etmeksizin yuvalarından aşağıya kısa yolculuğuna başlamıştı bile.
O an kuşlar kanat çırpmıyor, ağaçlar sallanmıyor, yapraklar hışırdamıyordu. Sessizlik bütün evreni kuşatmıştı. Zaman durmuş, Mustafa’nın hikayesine gözyaşı akıtmaya başlamıştı. Tabiat, yaratılan her şey, Mustafa’nın geçmişine ağlıyordu. Yer ve gök beş yaşında çaresizlik denizine düşen, boğulmamak için çırpınan Mustafa’nın dramına ağlıyordu.
Babasının nerde yattığını, ziyarete gidip gitmediğini sordum. Gözlerimin içine boş nazarlarla baktı:
‘’Bilmiyorum hocam, ne o bizi arıyor, ne de biz onu arıyoruz.’’
İnsanın en büyük dostu zorluklardır. Çünkü insanı onlar güçlendirir, olgunlaştırır. Mustafa henüz on üçünde öylesine olgunlaşmıştı ki… Zaman zaman metanetine hayran kalıyordum. Hayatı böyle kabullenmiş.
Yurtta neler yaşadığını anlatmaya başlamıştı. Başkalarının çoraplarını, çamaşırını yıkadığı günleri… Elinden yemeğinin alındığını, kendisinden büyüklerin şiddetine maruz kaldığını, yurdun işlerini kendisine, kendisi gibi sahibsiz çocuklara yaptırıldığını… O anlattıkça ben hayretler içinde kalıyor;
‘’Nasıl olur, olamaz, bu mümkün değil’’ gibi sözlerle şaşkınlığını gizleyemiyordum.
O gün Mustafa bana bütün hayat hikayesini anlatmış, onunla sırdaş olmuştuk. Dert arkadaşıydık artık onunla.
Ben de kendisine hayatımın kesitlerini anlatmıştım, Mustafa’nın çilesini başkalarının da çekebileceğini ifade çalışıyordum.
Çocukken ekmek bulamadığım günlerdi, sekiz dokuz yaşında gece karanlığında simit satmaya gittiğimi. Ortaokul yıllarında hem okuyup hem çalıştığımı, yüksek okul okurken gündüz sebze meyve sattığımı gece okuduğumu, daha birçok hatıramı anlatmıştım Mustafa’ya. Dinledikçe seviniyor, acılarımdan garip bi zevk alıyor, çile yolculuğunda yalnız olmadığının mutluluğunu yaşıyordu.
Mustafa ile sırdaş olmuştuk. O yıl, Mustafa, her gün yolumu gözler, okula gelmemi sabırsızlıkla bekler, birkaç dakika da olsa günlük yurt hatırasını benimle paylaşırdı.
Yıllar var ki Mustafa ile haberleşemiyoruz. Konya’dan Malatya’ya tayinim çıktıktan sonra birkaç yıl Mustafa’yla mektuplaştık. Sonra bu mektuplar gelmez oldu. Birkaç kez Konya’ya gittim ama Mustafa yoktu. On sekiz yaşına geldiği için yurttan çıkarılan Mustafa’nın yerini, ne yaptığını bilen yoktu.
Diğerleri gibi Mustafa da ağzından alevler saçan canavarın kursağına yem olmuştu. Birçokları gibi Mustafa da kaybolmuştu ya da kaybetmiştik Mustafaları… Nicelerini kaybettiğimiz gibi…
Kulakları sağır edecek kadar şiddetli çığlıkları, mazlumların feryadını işitemeyecek kadar sağırlaşmıştık. Bütün duygularımızı tabuta koymuş toprağa defnetmiştik.
Kimsesizler, yetimler yurdu önünden, yuvası olmayan kanatsız kuşların etrafından ne zaman geçsem içime hüzün çöker. O an çevrede kimse yoksa gözyaşlarımı toprağa dökerim, birileri varsa içime… Sessiz çığlıklarla inleyen, feryadını kendisinden başkasına duyuramayan Mustafa’ları hatırlarım. Toplumun elinden tutmadığı, gökyüzündeki yıldızlar gibi bir bir kayan ne olduğu, nerede ne yaptığı bilinmeyen Mustafaları düşünürüm.
Ahtapotun kollarına teslim ettiğimiz, çarkın dişlilerinde ezdiğimiz sadece seyrettiğimiz Mustafaları… O an insanım diye gezmekten, insanlığımdan utanırım.

Cumali KALIP
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
MAZLUMUN FERYADI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Cumali Kalıp sevenlerin buluşma noktası... :: Biricik Hocamız Cumali KALIP :: Cumali Hocamız ve çok değerli yazıları...-
Buraya geçin: